İşsizlik, Terör ve Yolsuzluğun Çözümünde : “Ahilik Yolu” – Süleyman Demir
“Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir, akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir.” “Ahi Refik Soykut”
13.yüzyıl…Anadolu…Türk Yurdu…Devleti sarsan Moğol istila ve yağmaları…Halk bezgin, yorgun, çaresiz…Devlet güçsüz…
Ahilik, Anadolu’da göçebe hayattan yerleşik hayata geçen Türkmenlerin kurmuş oldukları sosyal ve iktisadi teşkilatlanma ve dayanışma modelidir. Debbağ(derici) ve tıp bilimleri ile uğraşan bir bilim adamı olan Nasıreddin El Hoyi (Ahi Evran) tarafından kurulmuştur.
Ahi Evran 1170’li yıllarda Azerbeycan’ın Hoy kasabasında doğmuştur. Hoca Ahmet Yesevi ve talebelerinden olan “Evhadüd-din Kirmani”den tasavvuf dersleri ve terbiyesi alır. Fütüvvet teşkilatının önderi Nasır Lidinillah ile tanışır. Bu tanışma Ahi Evran’ın ileride kuracağı Ahilik teşkilatının temelinin fütüvvet esaslarına göre atılmasını sağlayacaktır. Ahi Evran pozitif bilimlerde çalışmalar yapar. Yılanın zehirinden panzehirini üretir. Farabi ve İbn-i Sina’nın eserlerini Farsçaya tercüme eder. Kayseri’ye gelir, burada bir çarşı kurar. Önce debbağları sonra da muhtelif iş kolundaki zanaatkarı teşkilatlandırır.
Anadolu Selçukluları döneminde Alaaddin Keykubat’a nasihatname türünde eserler yazar. Hocası Kırmani’nin kızı Fatma Bacı ile evlenir. Fatma Bacı da, Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatını kurar. Ahilik Vakfı’nın kurucularından ve uzun yıllar başkanlığını yapan Galip Demir (1938-2007), ahiliği Türklerin rönesansı olarak tanımlar. Ahilik modelinin hiyerarşik yapısı göz önüne alındığında sosyolojik anlamda üyeler arasında dikey hareketliliğin olması hiç şüphesiz çağının ötesinde modern bir uygulama olduğunu göstermektedir.
Bir işyerine çırak olarak giren bir kişi eğer işinde başarılıysa işyeri sahibi olma hakkını bile elde edebiliyordu. Teşkilat üyeleri arasındaki kalite yönetim sistemi ve ceza-i müeyyideleri (pabucu dama atma) ile teknolojik imkanların kısıtlı olmasına rağmen uygulamada günümüzde çoğu işletmeden daha şeffaf ve daha nitelikliydi.
Ahi olabilmenin en temel şartı
Ahi olabilmenin en temel şartı bir meslek sahibi olabilmekten geçiyordu. Mesleği olmayan ahi olamazdı. Çırak, kalfa ve usta olabilmesi için bireyde bazı şartlar aranmaktaydı. Kuyumculuk gibi el işçiliği ve ustalık mahareti gerektiren iş kollarında ustalık için genellikle 40 yaş olgunluğu beklenirdi. Ahi birliklerinde davranış ve mesleki olgunluğun simgesi olarak Şed Kuşatma törenleri yapılırdı.
Kalfalıktan ustalığa geçecek adayın ürettiği işler kontrol edilir, büyüklerinin (yiğitbaşı ve ustaları) görüşleri alındıktan sonra kuşak bağlanır, şerbet içirilir ve işyeri açma hakkı kendisine verilirdi. Teşkilata yeni adım atan çıraklara gündüz atelye eğitimi, akşam zaviye eğitimi olmak üzere 2 tip eğitim verilirdi. Gündüz mesleğe yönelik pratik uygulamaları öğrenen çırak, akşamları adab-ı muaşeret kurallarını öğrenmeye yönelik dersler alırdı. Çıraklar oturmayı, kalkmayı, söze başlamayı, yemek yemeyi, su içmeyi, mesleğe, ustaya ve büyüğe saygı bütününü bu ahi zaviyelerinde öğrenirlerdi.
Ahi birlikleri özerk ve sivil toplum yapısında oluşumlardı. Demokratik seçimle yiğitbaşı seçilir, yiğitbaşı birliğin temininden, hammade dağıtımına kadar geniş bir yelpazede hizmet eder, birlik üyelerinin denetlenmesini organize ederdi. Teşkilata devlet tarafından atama yapılamazdı. Bununla beraber devlet otoritesinin zayıfladığı veya azaldığı dönemlerde ahi birlikleri silahlanır, devletin güçlenmesi için mücadele ederdi. Nitekim Osmanlı’da, Kanuni Sultan Süleyman tarafından bile ahi debbağlar (yaklaşık 5000 kişi) ayaklanma hazırlığında olan yeniçerilere karşı koz olarak ileri sürülmüştür.
Hep anlatıla gelen Fatih Sultan Mehmet dönemindeki “ben siftah ettim, komşum etmedi, lütfen oradan alışveriş edin” anektodu ahilerin diğergamlık anlayışını ne kadar benimsediklerini gösterir. Kaliteli, bol ve ucuz üretim anlayışının dayanışma ve ahlaki normlar ile süslediği ahiler, bugün protestan ahlakıyla beslenen kapitalizmin yaratmış olduğu homo-economicus (bireycilik) tipindeki insanın hayalini kurup da ulaşamadığı ve döngüsel bir çıkmaza sürüklenen amaçsız, yolsuz ve manevi açıdan yoksul 21.yüzyıl insanlığının çok ötesinde bir yapı oluşturmuşlar ve uzun yıllar bunu muhafaza etmişlerdir.
Alperenlik ülküsünün temsilcileri gönüllü, eli açık, cömert ve kardeşlik anlayışına sahip meslek erbabı ahiler 16.yüzyılın sonlarına doğru, sivil, özerk ve demokratik anlayıştan yavaş yavaş uzaklaştığı için seçilmişlerden ziyade atanmışların meydana getirdiği bir teşkilat yapısına doğru kaydıkları için irtifa kaybetmeye başlamışlardır.
XVI. yüzyıl Osmanlı’nın en geniş sınırlarına ulaştığı bir dönem olarak kabul görse bile yönetiminde bulunan rüşvetçi bir sadrazam (İkbal Biti Rüstem) tarafından aleni olarak ahlaki bir yozlaşmaya terk edilmesi imparatorluk açısından vahim olan bir sonun başlangıcı olmasına(duraklama) temel teşkil etmiştir. Nitekim bu sadrazam öldüğünde çoğu padişahtan daha çok mal varlığına sahip olması devlet kayıtlarından tespit edilmiştir. Tabi ikbal biti Rüstem Osmanlı’da rüşvet alan ilk sadrazamdır ama yeryüzünde yolsuzluk yapan ilk insan değildir.
Rüşvet ve yolsuzluğun tarihi
Rüşvet ve yolsuzluğun tarihi Osmanlı’dan da çok eskilerde Asur ve Roma uygarlıklarında da görülmüş ve belgelenmiştir. M.Ö. 3700’de Kayseri’nin 20 kilometre doğusundaki yaklaşık 5 bin yıllık tarihi Asur ticaret kolonisi Kültepe höyüğünden çıkarılan yazılı tabletlerde, dönemin kralı İnar’ın oğlu Warşama’ya Asurlu tüccarların mallarını bölgede rahatça satabilmek için çeşitli hediyeler verdiği belgelenmiştir. Warşama’nın aldığı hediyeler karşılığında, tüccarlara yazılı izin belgesi olduğu belirtilen tabletler vererek Anadolu’daki ilk rüşveti başlattığı ortaya çıktı.
Eski Roma’da Galatya Kralı Brogitarus Trokmi Galatlarının hem kralı hem de onların başrahibi idi. Bu ünvanını ve makamını M.Ö. 58 yılında bir Roma bürokratına rüşvet vererek resmen satın aldı. Jül Sezar döneminde Roma’da da rüşvet toplumun her kesiminde almış başını gidiyordu. Genellikle rüşvet, alınmamasını kontrol etmekle görevli zengin senatör aileleri tarafından destekleniyor ve korunuyordu. Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere, diğer medeniyetlerin çok eski tarihlerden beri yapmış oldukları yolsuzluklar ahi teşkilatının (özerkliğini ve sivil toplum olma özelliğini kaybetmesine) paralel olarak Osmanlı’da artmaya ve yayılmaya başlamıştır. Bu da beraberinde tüm dünyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet otoritesinin yavaş yavaş zayıflamasında dolaylı yollardan etkili olmuştur.
Bugün ise kıvılcımın meydana getirdiği yangın misali, ülkemizde gün be gün artan yolsuzluk, adam ve akraba kayırma olayları neticesinde de ne yazık ki gelinen nokta ortadadır. Siyasetin de ticaret gibi zenginleşme aracı olarak kullanılmasıyla, artık hem küresel bir sorun olan hem de ülkemizin 3.önemli (1.işsizlik 2.terör) meselesi “yol suzluk”tur. Yapılan araştırmalarda Türkiye, bugün GRECO (Yolsuzluğa karşı devletler grubu) sıralamasında 159 ülke arasından, 65. sıradadır.
GRECO’nun I. ve II. Aşama Ortak Değerlendirme Raporunda ülkemize yönelttiği tavsiyelerden biri şudur: “Yolsuzluk konusunda yeni stratejiler önerme ve yoksulluğa karşı ulusal stratejilerin uygulanmasını denetlenme görevinin mevcut bir yapıya tevdi edilmesi. Böyle bir birim, kamu idaresini olduğu kadar sivil toplumu da temsil etmelidir ve denetleme fonksiyonuna ilişkin olarak bu kuruma gerekli ölçüde bağımsızlık verilmelidir.” Burada sivil toplumu da temsil etmelidir ibaresinin altını çiziyorum.
Şimdi bu tespitlerden, ahilik gibi tarihimize ışık tutmuş fonksiyonel sivil toplum kuruluşlarına; ekonomide, ticarette, uygulamada, işleyişte, yürütmede, yaptırımda, yasamada ve yargıda, kısaca hayatımızın tüm evrelerinde ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Başlıktaki çözüme gelince; lisedeki fizik derslerinden hatırlayacağımız bileşik kaplar ilkesinden de hareketle ahilik yolunun olduğu yerde işsiz olmaz, işsizlik kalmazsa yolsuz olmaz, yolsuz olmazsa yoksul kalmaz, yoksul kalmazsa terör olmaz, nihayet yargının yükü de bu kadar çok olmaz diye bir formül ortaya koyarak, ahiliğin günümüzde memleket meselelerinin (yol-suzluğun) giderilmesinde post-modern! bir çözüm yolu olabileceği ispatını değerli görüşlerinize sunuyorum.
Esenlikler …
1/02/2011
Süleyman Demir
Ahilik Vakfı Yön.Kur.Üyesi
Kaynaklar:
Galip Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Arş. ve Eğitim Vakfı Yayınları, Sade Ofset Matbaası, İstanbul, 2003
Nevval Sevindi, Bir Kültürel Nehir Ahilik, http://www.ahiyan.org/
http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/
http://cengizdamar.blogcu.com/kanuni-ve-hurrem-sultanin-damadi-rustem-pasa-kimdir/9468140
http://www.galloturca.com/galatlar_files/paralar.htm
http://www.okubakim.com