Baltalimanı Anlaşması
Balta Limanı Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere arasında uluslararası iktisadi ilişkilerin yoğunlaştığı bir dönemde 1838 yılında imzalanmıştır. Bu antlaşma sonucu Osmanlı İmparatorluğu Avrupa kapitalizmine siyasi ve iktisadi mantığı çerçevesinde kurumsallaşma yolunda dahil edilmiştir.
18.yy.’ın sonunda sanayi devriminin gerçekleştirilmesi ile Kuzey Batı Avrupa kültürel kurumsal ve siyasi alanlarda farklı oluşumlara imkan vermiştir. İngiltere’de ise sanayi devriminin ilk izleri sanayi birikimi şeklinde kendini göstermiştir. Tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasıyla pek çok köylü Pazar için üretime başlamış ve mülksüzleşmiş emekçi konumuna gelmiştir.(1)
Ahilik ve Osmanlı Sanayi
Buhar gücünün ve makinelerin üretim sürecine katılmaları
Buhar gücünün ve makinelerin üretim sürecine katılmalarıyla emek verimliliğinde son derecede büyük artışlar yaşandı. Üretim maliyetleri düşerken ücretli işçilerin çalıştığı fabrika sistemi oluşmuştur.
O dönemde Osmanlı imparatorluğu’nda ise devlet gelirleri ; fetihlerden elde edilen ganimetlerden veya ele geçirilen yerlerden alınan vergilerden savaş tazminatları ve tımar sistemi işleyişinden elde edilmekteydi. Fakat daha sonraları özellikle gerileme dönemi ile bu gelir sistemini etkisini yitirmeye başlamıştı.
Yaygın bir iktisadî faaliyet olan tarım devlete ait toprakların işletilmesi esâsına dayanıyordu. Buna bağlı olarak kurulan tımar sistemi Osmanlı zirâat ekonomisinin temelini teşkil etmekteydi.
Sanayi üretimi ise devlet kontrolündeki Ahilik müessesesi içinde yürütülüyordu. Kapalı bir iktisat sistemi olan ahîlik üyelerine çalışma zevki meslek disiplini dürüstlük kanaatkârlık gibi sağlam ahlâk kurallarını aşılıyor meslek itibârini koruduğu gibi standartları ayakta tutarak haksiz rekabetleri önlüyordu. Hükümetin müdâhalesi ahiliğin iç islerine kadar gitmez yalnızca ahiliğe bağlı şubelerin îmâl ettikleri malların kalite miktâr ve fiyatlarında olurdu. Böylece ahîlik sistemi ham maddelerin arz ve talebini tanzim eden bir mekanizma olarak işlerdi.
17. ve 18. yüzyıllarda pamuk ipek kereste ve demir gibi maddeler ulaşım güçlükleri ve üretimdeki yetersizlikler dolayısıyla piyasaya her zaman yeterli miktarda yâni bütün talebi karşılayacak ölçüde sevk edilemezdi. Bu bakımdan ham maddelerin ahiliğe mensup ustaların eline normal fiyatlar üzerinden ve onlardan hiç birini işsiz bırakmayacak şekilde dağıtılması büyük bir ehemmiyet arz ederdi. Bazı maddelere sık sık konan ihraç yasakları veya bu maddelerin stokçular tarafından satın alınmasını önleyen tedbirler bu yüzdendi.
Avrupa’daki yeniliklerle yarışabilmek üzere askeri ve idari alanlarda reformlar getirilmesi öngörülmüş ve bunun finansmanı da dış borçlanma ile sağlanabileceğine karar verilmiştir. Fakat bu borçlanmanın zamanında ödenmemesi ve getirdiği yüksek faizler dışa olan bağımlılığımızı arttırmış ve gitgide kurumsallaştırmıştır.
1820’lerin başında İngiltere sanayi inkılâbını tamamlamış ve Napolyon Savaşları sonunda da Fransa’yı yenerek rakipsiz duruma gelmişti. Dünyâ pazarlarında İngiltere sanayii ile rekabet edebilecek bir ülke yoktu. Sanayi inkılabını henüz tamamlamamış olan diğer Avrupa ülkeleri korumacı tedbirlerle İngiltere’nin kendi pazarlarına girmelerini önlüyorlardı. Bu durumda İngiltere ticâret ve sanayi sermâyesi için yapılacak tek şey kalıyordu. O da Avrupa dışındaki ülkelerin pazarlarını ve ham maddelerini ticârete açmak. Nitekim onlar bu gaye ile 1820’lerden 1840’lara kadar Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok bölgede ya anlaşmak suretiyle veyahut silâh zoruyla pek çok ticâret antlaşması imzaladılar.
Batı Avrupa’nın da çevre ülkelerle hammadde ve gıda sağlamak amacıyla ilişkileri gerek baskı yoluyla gerekse antlaşmalarla olduğundan sömürgecilik yüz üstüne gayet açık bir şekilde çıkmaktaydı.
Döneme bakılırsa sanayileşmiş ülkelerin ekonomik ve idari olarak söz sahibi oldukları görülmektedir.Tıpkı ‘’Hukukun gücü yok gücün hukuki var’’ sözündeki gibi.
Osmanlı İmparatorluğu ise yarı sömürge ülkeler kategorisine girmekte ve yönetim siyasi açıdan bağımsızdı. Ancak sanayileşmiş ülkelerin etkisi altına da girmekten kurtulamamıştı.
Çevre ülkelerin Merkez ülkelerle ilişkileri onların yapılarında büyük değişmelere neden olmuştu. Kapitalizmin gereklilikleri bünyelerine işlemişti.
Sonuç olarak İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ile doğan kapitalizm emperyalist politikalar aracılığıyla merkezin çevreyi etkisi altına almasıyla günden güne yayılmıştır.
Balta Limanı Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu Uzmanlar her ne kadar globalizasyonun 20 yy.’ın ikinci yarısında başladığını öne sürseler de 1800-1914 yılları arasındaki döneme bakıldığında başladığı görülmektedir. Çünkü bu dönem itibari ile merkezden çevreye sermaye akımı gerçekleşmiş çevre ülkeler dünya ekonomisine katkıda bulunmaya başlamışlardır.
Avrupa’daki sanayileşme ile artan rekabet sonucu tüm ülkelerde önceki üretim faaliyet ve biçimleri değişikliğe uğramışlardır. Tarım ve tarım dışı faaliyetler birbirinden ayrılmıştır. Çevre ülkeler daha önce geçimlik için ürettikleri malları ihracata yönelik üretmeye başlamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ihracatın Gayrı Safi Milli hasıla oranına bakıldığında 1820 yılında %2-3 olan oran 1914’lere gelindiğinde %12-14’lere çıkmıştır. 1990’lardaki dışa açıklık ile hemen hemen aynı olan bir oran yakalanmıştır bu dönemde.
Sanayi devrimi her ülkeye yeni bir ekonomik düzen getirirken ülkelerin bu ekonomik düzene entegrasyon şekilleri de farklı oldu.Osmanlı’nın entegrasyonu ise ; ihracata yönelik tarımsal ürünlerin üretimine ağırlık verip serbest dış ticaret politikalarını benimseyerek mamul mallar ithal etme şekliyle olmuştur.
Antlaşmaya götüren nedenler
Batı Avrupa İngiliz ürünlerinin ülkelerine girişini engellemesi üzerine İngiltere gerek zorla gerekse yerel iktidarlarla anlaşarak pek çok serbest ticaret antlaşması imzaladı.
Özellikle sanayi devrimi sonucu gittikçe büyüyen İngiltere ticareti daha da hızlandı.19.yy’ın başlarında Osmanlı ile ilişkileri özellikle ticaret alanında artmaya başladı. Osmanlı ile yapılan ihracat değerinde muazzam artışlar yaşandı.Fakat bu artışa karşın ticaretle ilgili eski Osmanlı kurum ve düzenlemeleri (Ülke içinde bölgelerarası mal nakliyatı sırasında alınan vergilerden) uygulanmakta olan Yed-i Vahit sisteminden (herhangi bir bölgede belirli malların ihraç ve ithalinin belirli kişilerin tekeline bırakılması) ve iktisadi faaliyetlerin güvenli olmaması) piyasadaki ilişkiler için büyük bir sorun teşkil etmekteydi.
Yed-i Vahid sistemine değinmek gerekirse ; Avrupa’da sanayi inkılabının neticesi olarak daha fazla hammaddeye ihtiyâç duyulmaya başlanması üzerine Osmanlı Hükümeti de 1826’dan itibaren ham maddesini dışarıya çıkararak esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyla bir nevi himaye sistemi olan Yed-i Vahid (tekel) usûlünü uygulamaya koydu. Sistemin ayrıca yeni kurulmuş olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsûlünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu.
Yed-i vâhid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim Ingiliz sefiri Ponsenby yed-i vâhid usûlü ile ticâret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; “Türkiye’de mahsûl yetiştirenler bunların fiyatlarını tespit etmekte yegâne hâkim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça Türk sanâyiinin geriliğe mahkûm kalacağını iddia etmekte idi. Kısaca yed-i vâhid usûlü İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.İngiliz Hükümeti bu durumu değiştirmek amacı ile Osmanlı Devleti’ni bir antlaşmaya razı etmek istiyordu.
Mısır valisi Mehmet Ali paşa isyanı ve Rusya’nın Osmanlı imparatorluğu üzerindeki nüfuzunu arttırma çabaları İngiltere’nin istediği fırsatı yakalamasında etkin rol oynamışlardır.
Bu sebeple İngilizler Osmanlı ticâretinde kendilerine ters düsen hükümlerin kaldırılması için 1833′ den itibaren ünlü hâriciye nazırları Polmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar 1836’daki muzakerelerde Osmanlı Heyetine başkanlık eden gümrük emini Tâhir Efendi eski düzenden mümkün olduğunca az tâviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasisi Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat iki yönlü olarak İngilizlerin karşısına çıktı.
1837’de Londra büyük elçiliğinden hâriciye nazırlığına getirilen Mustafa Resîd Pasa İngilizlere yakın bir müzakereci idi. Londra büyükelçiliginde iken mason locasına kayıtlı olan Resîd Pasa Osmanlı Devleti’ni iktisâdi bakımdan çökertecek bir antlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Pasa Misir’da Osmanli Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Resîd Pasa Misir mes’elesinde Ingilizlerin yardımlarını temin bahanesiyle Balta Limanı’ndaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticâret antlaşmasını imzaladılar. (Antlaşma 8 Ekim 1838’de kraliçe Victoria bir ay sonra da Sultan Mahmûd tarafından tasdîk olundu). Antlaşmanın Unsuları
Bu antlaşma ile Yed-i Vahid düzeni ve devletin savaş döneminde veya kıtlık döneminde uyguladığı olağanüstü vergileri uygulama hakkı kaldırıldı.Daha önce %3 olan ihracat üzerinden alınan vergiler %12 ye çıkarıldı ve ithalat üzerinden alınan vergi de %5 olarak kabul edildi.Yabancı tüccarların mallarının bir bölgeden bir başka bölgeye de taşımlarında da %8 oranın vergi uygulanması gerektiği saptandı ve içgümrük vergileri kaldırıldı.Ama yerli tüccarlar içgümrük vergilerini ödemeye devam ettiler.
Antlaşmanın Osmanlı İmparatorluğu’na etkileri
Yed-i Vahit kaldırılması ile hammade ihracatı arttı.Savaş vergilerinin kaldırılması da savaş dönemindeki giderlerin finanse edilmesinde zorluklara yol açtı.Bu durumda devlet dış ticaretten ek vergi alamaması sonucu Kırım savaşı sırasında Avrupa finans piyasalarına borçlandı.Bu da başta belirttiğim gibi borçlanmanın sonu anapara ve faizin ödenemeyeceğinin ilan edilmesi ile Avrupa Ülkeleri’ne olan bağımlılığı iyicene arttırdı.
Gümrük vergi oranlarındaki düzenlemeler ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine görülmemesine rağmen gümrük oranlarının Avrupa devletleri ile birlikte ortaklaşa belirlenmeye başlaması leyhte bir tutumdur.
Mustafa Reşid Paşa’nın faaliyetleri sonucu 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticarî antlaşmalar esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir ise yaramamıştır. Nitekim antlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya Başbakanı; “iste Osmanlı şimdi bitti” derken Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır.
Aradan yirmi yıl geçtikten sonra 1858’de antlaşmasının tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin bir çok kolları simdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki bunlar tamamiyle İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır Sam’in çelik bıçakları; Kıbrıs’ in şekeri İznik’in çini Teselya’nın iplik boya sanayii hep yok olmuştur. Bütün bu sanayii kollarının bugün Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticâret antlaşmaları devlet hazînesini önemli masrafları karşılayamaz hâle getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu.
Devletin bağımsız olarak vergi oranlarının düzenlemesi 1 Dünya Savaşı ortalarına kadar elinden alınmıştı.Yani Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin bağımsız bir dış ticaret politikası izlemesi mümkün değil idi.Çünkü İmparatorluğun elinden bu bağımsızlık alınmıştır. (2)
Gerçekten de Sultan Abdülazîz 1861’de tahta çıkarken 1838 Ticarî Antlaşmalarının bir neticesi olarak dış ticâretin yanında iç ticâret de yabancıların eline geçmiş büyük çapta mâlî ve iktisadî çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmıştı.
Antlaşma üzerine uzman görüşleri
Uzmanların bu antlaşma üzerine farklı görüşleri mevcuttur.
İlk görüşe göre Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaret hareketlerinde görülen artış aslında 1838 antlaşması sonrasında gerçekleşmemiş 19.yy’ın başından beri giderek artmaya devam etmiştir.Yani süreç anlaşma ile başlamamış gelişmiştir.Anlaşma sanayi devrimi sonrası uluslararası ekonomik ilişkilerin hızlandığı bir dönemde imzalanmıştır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kapitalizminin siyasi-iktisadi mantığına dahil olması kurumsallaştırma yolunda atılan ilk adım niteliğine bürünmüştür.
İkinci görüş ise ; Osmanlı yöneticileri anlaşmayı imzalarken anlaşmanın Osmanlıya getireceği iktisadi ilişkilerin neler olacağı hakkındaki bilgisizlikleri ve bu görüşe karşıt olan üçüncü görüş Osmanlı Yöneticilerinin anlaşmanın sonuçlarının iktisadi ve mali yönden farkında oldukları görüş idi.
Osmanlı Bürokratlarının ekonomi hakkındaki yorum yapabilmeleri 19.yy’ın ortalarından itibaren başladı.19.yy’ın sonunda serbest dış ticaret fikri ile de bu düşünce pekişti.Çünkü bu düşünce ile müdahaleci korumacı fikri ile sanayileşme ön plana çıktı.
Antlaşma sonrası Osmanlı zanaatlarının tümüyle yok olduğu veya olmadığı tartışma konularına girmektedir.Bir görüş kaybolduğundan yana iken diğer görüş kaybolmadığını öne sürmektedir.Osmanlı imalat faaliyetlerinin tamamıyla yok olmadığının yapılan araştırmalar sonucunda belirli bir direnmenin görüldüğünü göstermiştir.Pamuklu tekstil alanında İngiliz mallarının ucuzluğu yüksek maliyetli yerli ürünün üretimini etkilemiş olmasıyla birlikte üreticiler iplik eğirmeyi bırakarak dayanıklı ucuz ithal iplikleri kullanarak ve düşük ücret seviyelerinde çalışarak yerli tüketicinin beğenisine sunulan İngiliz kumaşlarının yerine beğenilere uygun kumaşlar üreterek ayakta kalmışlardır.
Antlaşma üzerine en önemli tartışma konusu ise şüphesiz sanayileşmenin bu antlaşma ile engellenip engellenmediğidir.Bazılarına göre antlaşma Osmanlı İmparatorluğu’nun sanayileşmesini engellemiştir.Eğer antlaşma imzalanmasaydı ekonominin var olan gelişme süreci devam edecekti ve de sermaye bikrimi engellenmeyerek Osmanlı sanayii kapitalizmine gidecekti.Antlaşma bağımsız sanayileşme sürecini engellemiştir.
İmparatorluğun hukuk sistemi mülkiyet düzeni ve imalat sanayi geleneksel üretim sistemi mülkiyet düzeni ve imalat sanayi geleneksel üretim sistemini dönüştürecek kapasiteye sahip değildi. Ayrıca siyasi otoritenin imalat sanayine yaklaşımı serbest birikime izin vermemekteydi.ülke içinde kar maksimizasyonu hedeflemeyen lonca teşkilatı altında el tezgahlarının kullanıldığı küçük ve orta ölçekli atölyelerin üretim sistemini dönüştürme kapasiteleri yetersizdi. Antlaşma kapitalistleşmeyi engellemekten çok 19.yy’ın sonlarında kapitalist fabrika kurmayı da olumsuz etkilemiştir.Kurulan fabrikaların yüksek maliyetlerle üretim yapmaları üretilen malların ithal ürünler karşısında rekabet şansının yok etmiştir. Bu durum karşısında İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde kurulan fabrikaların birçoğu kısa bir süre sonra kapanmak zorunda kalmıştır.(4)
Sonuç
Sonuç olarak antlaşma sanayi devriminin inanılmaz bir global etkileşimiyle yeni iktisadi ilişkilerin belirdiği koşullar altında imzalanmıştır.Kapitalizmin dünyada giderek gelişmesi bu gelişmenin sermayedarlar tarafından desteklenmesi ülkeler arası iktisadi ilişkileri belirlemiştir.(5)
Antlaşma Osmanlı ekonomisinin Avrupa pazarıyla bütünleşmesini hızlandırmıştır.Merkezden çevreye etkileşim sonucu alt yapı yatırımlarındaki artışlar da dünya ticaretini muazzam bir artışa kavuşturmuştur.İlk demiryolunun İstanbul’da değil de Batı Anadolu bölgesinde inşası Avrupa pazarlarına ihraç için tarımsal ürünlerin üretimini arttırmış ve çevre ülkelerde bu duruma bağlı bir iktisadi büyüme gerçekleştirmiştir.(6)
Antlaşmanın imzalandığı dönemde dünya üzerinde yeni bir iktisadi ve politik ilişkilerin oluştuğu günümüzde kapitalizmin adeta bir amentüsü haline gelen globalizasyonu ortaya çıkardığı açık bir sonuçtur.
1800’lü yılların sanayileşen ülkeleri bugün de dünya ekonomisine hakim durumdadırlar.Sadece hakimiyetin artık günümüzdeki kullanım şekli daha farklıdır.Sömürgeciliğin yerini ülkelerin teknokratik delegasyonlar şeklinde üretilmesi aldı Üçüncü dünya bugün sözde sömürge değil kuruluşlara üye konuma getirildi
Üçüncü dünya Ülkeleri ise farklı geçmişleri ekonomik yetersizlikleri ve yanlış eksik politikalar düzenlemeleri artı aslında hiç de suçsuz bulunmayan birkaç kuruluşun yaptığı yanlış makyajlarla her biri değişik ve zor durumlar yaşamışlardır.(7)
Globalizasyonun daha da genişleyeceğini ve eğer stratejilerin birinin çıkarı için belirlenmeyeceğini öne sürersek devletlerin ve tüm dünyanın yararına olacağı kaçınılmazdır.Fakat güçlerin hakimiyeti ve ünlü bir siyasi tarihçinin de belirttiğini gibi güç ve hukuk kavramlarının etkinliği sonucu bu çok karmaşık bir yapı olarak devam edecektir.
KAYNAKÇA -Devrim Dumludağ ‘’Globalizasyonun Yansımaları’’ Don Kişot Akademi Yayınları 2002 İstanbul (1-4-5-7) -Toprak Zafer ‘’Türkiye’de Milli İktisat 1908-1918’’ Yurt Yayınları 1982 Ankara(2) -İsmail Cem ‘’Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi’’ Cem Yayınevi 1970(3) -Doğan Avcıoğlu ‘’Türkiye’nin Düzeni- Dünü Bugünü’’ Cem Yayınevi 1973(3) -Osman Okyar ‘’A New Look at the Problem of Economics Growth in the Ottoman Empire 1800-1914’’ The Journal of European History 1987(6) -Çeşitli Çevirim içi yayınlar da kullanılmıştır.